MAHMUT AY - 17. Yazı Efendimiz’in (sav) Orucu - 1

MAHMUT AY - 17. Yazı Efendimiz’in (sav) Orucu - 1

Yeni Şafak
00:06:47
Link

About this episode

Oruç, bir “kalkan”dı Efendimiz’e (sav) göre. Onu tutanı; her türlü günaha meyl
etmekten “tutan”, her türlü yanlıştan koruyan. Onun için oruçlunun ağzını sadece yeme-
içmeye değil, belki toplumsal bir varlık olan insan için daha da önemlisi olan, başkalarını
incitecek kötü sözlere de kapatmasını isterdi. Hele oruçluyken, söz dalaşı yapmak veya kavga
etmek, onun asla tasvip etmediği bir şeydi. Onun için “Size biri dalaşmak ve sataşmak
isterse” ona “Ben oruçluyum kardeş! Ben oruçluyum!” deyip nefsine oruç tutturmasını ve asıl
orucun manevî zevk ve faydasını o zaman hissedeceğini söylerdi. Muhtemelen orucun,
günahlara ve kötülüklere karşı bir “kalkan” vazifesi görmesi gerektiğine işaretle, “Ramazan
ayı girince, rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincirlere vurulur.”
buyurmuştu. Orucun bu koruyucu vasfı nedeniyle, evlenemeyip de harama düşme tehlikesi
olanlara orucu tavsiye ederdi.
Oruç tutmak, yalnızca boğazı ve uçkuru tutmak değildi O’nun (sav) nazarında. Bilakis
insanı bütüncül bir şekilde manevî açıdan olgunlaştırmayı hedefleyen bir mektepti oruç. Bir
ahlâk eğitimi, bir nefs terbiye yöntemiydi. O sebeple oruç tuttuğunu zannettiği halde, yalan
söyleyen ve yalan sözle amel eden kişilerin orucuna Allah Teâlâ’nın ihtiyacı olmadığını,
bunların yanlarına kalacak kârın açlık ve susuzluk olduğunu söylerdi.
Oruç tutan kimsede meydana gelebilecek ağız kokusunu o kadar güzel betimlemişti ki;
“Allah nezdinde o koku, misk kokusundan daha güzeldir.” buyurmuştu. Oruç tutan kimsenin
elde edeceği mükâfatı, Rabb’inden kendisine ilham edilen bir sözle (hadîs-i kudsî) şöyle ifade
etmişti: “Cenâb-ı Hak buyurmuştur ki: ‘Oruçlu kimse, benim rızama nâil olmak için yemeyi,
içmeyi ve cinsel arzuları terk etmiştir. Oruç, doğrudan Bana yapılan, içine riya karışmayan bir
ibadettir. Onun mükâfatını da doğrudan Ben vereceğim.’ ”
“Bir kapı var cennette…” derdi. “Adına ‘reyyân’ derler. Kimse giremez o kapıdan içeri,
oruçlulardan başka. Ve onlar girdikten sonra kapanır, bir daha açılmaz kimseye.” Bir
keresinde de şöyle anlatmıştı cennetteki kapıları: “Kim, Allah rızası için çifter çifter sadaka
verirse, cennet kapılarından birinden: ‘Ey Allah’ın sevgili kulu! Bu kapıdan buyur! Bu kapı,
hayır ve bereket kapısıdır’ diye seslenilir ona. Namaz ehli olan bir kimse, cennetteki ‘namaz
kapısı’na çağırılır. Cihad ehli olan bir kimse, cennetteki ‘cihad kapısı’na çağırılır Oruç ehli olan
bir kimse, cennetteki ‘reyyân kapısı’na çağırılır. Sadaka ehli olan bir kimse, cennetteki ‘namaz
kapısı’na çağırılır.” Bu müjdelerle kendinden geçen Ebubekir Efendimiz (ra) adeta galeyana
gelerek: “Anam babam sana feda olsun Ya Resûlallah! Bu kapıların her birinden çağırılacak
müminler de olacak mı?” diye sorunca “Evet Ebubekir, olacak. Ve umarım ki sen de onlardan
biri olacaksın” buyurmuştu. Kim istemezdi o anda Ebubekir Efendimiz’in (ra) yerinde olmayı!
Acaba biz, bu soruyu Allah Resûlü’ne (sav) sorsak, ne cevap alırdık? Veya bir Allah dostuna.
Hani Yunus Emre’miz diyor ya: “Varsam bir âmile, sorsam hâlimi/Acep Allah bize kulum diye
mi?”