Son ve en güçlü koruyucusu da ölmüştü. Ve şimdi, her zamankinden çok daha yalnızdı.
Hepsinin halinde, en yakınlarının beklenmedik bir felaketi karşısında bile insanlarda her zaman görülen garip bir sevinç duygusu vardı. Ama kafasında en kötü senaryoyu tasarlamaya çalışmakla, bunu bir başkasının ağzından duymak arasında çok büyük fark vardı.
Birini kaybetmenin en kötü yanı buydu: Normalde onunla paylaşacağınız tüm duyguları ve düşünceleri saklayacak bir yer bulmak.
Belki yüzüncü kere kendi kendine, ''bunu düşünme'' dedi…Ve şimdi Hogwarts'ta korkunç şeyler olmak üzere, belki de şimdiden oluyor.
Belki de duyduğu sihirli bir ses değildi. Belki ait olduğu dünyadan en ufak bir temas işaretini bile büyük bir hevesle beklediğinden, tamamen sıradan gürültüleri fazla büyütüyordu.
Ama başka hiç kimsenin duymadığı sesler duymak hayra alamet değildir. Büyücüler dünyasında bile.
Ama Harry'nin döne döne yükselen merdiveni çıkarken tek düşündüğü şey, buraya döndüğüne ne kadar memnun olduğuydu. İçinde beş tane dört direkli karyola bulunan, bildik, daire biçimindeki yatakhaneler. Ve etrafa bakan Harry, sonunda evinde olduğunu hissetti.
İnsan ancak böyle yolculuk yapmalı, diye düşündü Harry. Sıcak, parlak güneş ışığıyla dolu, torpido gözünde koca bir karamela paketi olan bir arabayla, kar gibi bulut kıvrımları ve kulelerinin yanından geçerek.
Şatonun çevresindeki topraklara yaz çöküyordu. Hem gök, hem de göl maviye dönmüş, seralarda lahana büyüklüğünde çiçekler açmaya başlamıştı. Ama Harry, şatonun penceresinden bakıp da, ayaklarının dibinde Fang’le dolaşan Hagrid’i görmedikçe bu manzaradan keyif alamıyordu.
Hermione, -"Teyzenle enişten gurur duyacaklar ama, değil mi?" dedi. "Yani bu yıl yaptıklarını duyunca."
Bağırsa daha iyi olurdu. Harry onun sesindeki hayal kırıklığından nefret etti.
"Gurur duymak mı?" dedi Harry. "Ölmem için o kadar fırsat çıkmışken ve ben bunu başaramamışken mi? Sinirden çılgına dönecekler..."
Tek istediğiniz annenizle babanızın geri gelip size sarılmasıysa, sadece içinizde yaşayan bir anne babaya sahip olmak hiç kolay değildir.
-"İlk kurbanlar hep en suçsuz olanlardır," dedi. Hermonie. "Geçmiş çağlarda da öyleydi, şimdi de öyle."
Ve birden bir şey duydu. Ölen mumların damlamasından ve Lockhart'ın hayranları hakkındaki gevezeliğinden farklı bir şey.
Bir sesti. İnsanın iliğini kemiğini donduran bir ses. Soluk kesici, buz gibi soğuk bir zehir içeren bir ses.
"Gel... Gel bana... Deşeyim seni... Parçalayayım seni... Öldüreyim seni..."
Gene karşısına çıkmıştı işte: Neye inanacağını seçmek. O hakikati istiyordu. Niye herkes ona ulaşamaması konusunda bu kadar kararlıydı ki?
Aslında istediği ve kendi kendine itiraf etmeye neredeyse utandığı şey – anne ya da baba gibi bir şeydi. Kendini bir aptal gibi hissetmeden akıl danışabileceği yetişkin bir büyücü, onunla ilgilenen biri, Kara Büyü deneyimi olan biri...
-''Yani dün gece gerçekten de babanı gördün, Harry...Onu kendi içinde buldun.''
Harry acıya ve yaralara yabancı sayılmazdı.
Adı Ölüm. O gölge bir başrol.
Başka bir dünya. Gerçekten ait olduğu bir dünya görmüştü bir kere.
-''Tıpkı annen gibi son derece naziksin. Ne yazık ki, insanlar bu özelliğinin kıymetini bilmeyecektir. Masum olayları bile kendi lehine kullananlar vardır Potter. Bütün duygularını bir yana bırak...Düşün Potter...Mutlu bir şey...''
Ama içinde hiç mutluluk kalmamıştı ki...